30 Kasım 2009 Pazartesi

Kadına Yönelik Şiddet (2)












Buvinic, kadınlara yönelik şiddet eylemlerini ev içinde, toplum içinde ve devletin uyguladığı şiddet şeklinde üç ayrı başlıkta sınıflandırmaktadır. Kadınların şiddet dendiğinde akıllarına gelenin tekme tokat ve dayak olduğu yapılan araştırmalarda ortaya konmuştur. Oysa ki bunlar sadece fiziksel şiddetin bazı öğeleridir. Kadınların aile içinde yaşadıkları şiddet türleri fiziksel şiddet, duygusal şiddet, ekonomik şiddet ve cinsel şiddettir. Bu kavramları özetlemek gerekirse;

Fiziksel şiddet :
tokat atmak, vurmak, yumruklamak, tekme atmak
ısırmak
boğmaya çalışmak
fiziksel kuvvet kullanarak evden çıkmasına veya eve girmesine engel olmak
bıçak veya silah gibi aletlerle tehdit etmek

Duygusal şiddet:
duygu ve düşüncelerinizi açıkça ifade etme özgürlüğünüzü kısıtlamak
istediğiniz gibi giyinme özgürlüğünü kısıtlamak
yakınlarınızla görüşmenizi ve iletişiminizi yasaklamak
bağırmak
başkalarının önünde küçük düşürücü davranışlarda bulunmak
aşağılamak
küfretmek
kıskançlık
şüphecilik
devamlı eleştirme

Cinsel şiddet:
sizinle isteğiniz dışında zorla ilişkide bulunmak
istenmeyen cinsel pozisyonlara zorlamak
cinselliği bir cezalandırma yöntemi olarak kullanmak
fuhşa zorlamak

Ekonomik şiddet :
çalışmanıza engel olmak, izin vermemek
iş yaşantınızda ilerlemenize yardımcı olabilecek fırsatları değerlendirmenize engel olmak
çok kısıtlı harçlık vermek
erkeğin çalışmaması ve kadını çalıştırıp, kadının maaşı ile evi geçindirmesi
evi zaman zaman terk ederek giderlerle hiç ilgilenmemek
olarak tanımlanabilir.



Psk. Dilara Kazancı
psikologdilarakazanci@yahoo.com.tr

24 Kasım 2009 Salı

Kadına Yönelik Şiddet (1)














Şiddet olgusunun ortaya çıkışı, insanlık tarihi ile paraleldir. Yapılan bir araştırmaya göre arkeologlar kadınların fiziksel şiddet yaşamalarının kökenini 3000 yıl öncesine götürmektedir. Buluntular erkek mumyaların kemiklerinde %9-20 kırığa rastlanırken, kadın mumyalarda bu oranın %30-50 olduğunu göstermiştir. Bu kırıklar savaştan çok bireysel şiddete bağlı olduğu düşünülen kafa kırıklarıdır. Kadının esi tarafından yöneltilen şiddet davranışıyla karsı karsıya kaldığı her dönem ve her toplumda bildirilmesine karsın buna aile içinde çözülmesi daha uygun kişisel bir sorun olarak bakılmış, bu konu bilim adamlarının ilgisini pek çekmemiştir.Eski Roma yazıtlarında erkekler kendilerinden izinsiz oyunlara katıldıkları, zina yaptıkları için eşlerini cezalandırmak, boşamak ve öldürmek hakkına sahip olduğu yazılmaktadır.Orta çağda ise erkeğin kadına karşı zor kullanmasında bir sınır olmadığı belirtilmektedir. Kadına yönelik şiddete ilişkin yasal ve tıbbi çalışmalar ise 1800’lü yıllara dayanmaktadır. Kadına yönelik şiddeti suç sayan ilk yasa Maryland’de 1883’de yapılmıştır.Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde 1884 yılına kadar, erkeğin eşini dövmesi yasal olarak kabul edilmekteydi. 18. ve 19. yüzyılda İngiltere’de erkek, ailesi üzerinde bütün haklara sahipti. Erkeğin eşini kontrol edebilmesi için, baskı ve şiddet dâhil herhangi bir yola başvurması, işaret parmağından kalın olmayan bir sopa ile dövmesi yasal kabul edilmekteydi. Bu, 1920’lerde tüm eyaletlerde, en azından yasalarda ceza kapsamına alınmıştır .Kadına yönelik şiddet problemi bilimsel ortamlarda ancak 1970’lerde gündeme gelmiştir. Konunun bu zamana kadar ilgi çekmemesi, problemin yaygınlığının ortaya konulamamasına, eşler arasındaki şiddetin olağan kabul edilmesine ve sorunun inkar edilmesine, bu dönemde gündeme gelmesi de Vietnam Savaşı’ndan sonra şiddete toplumsal bir tepki gösterilmesine, kadın hareketinin güçlenmesine bağlanmaktadır.Dünya’da 1970’lerden itibaren önem kazanan şiddet sorunu ülkemizde 1980’lerin ortalarından itibaren tartışılmaya başlanmıştır. 17 Mayıs 1987’deki “Dayağa Hayır” yürüyüşü kadınların şiddete karşı ilk toplu tepkileri olmuştur. Kadın hareketleri bu yıldan sonra hız kazanmıştır .Türkiye’de kadına yönelik şiddetin nedenlerinin belirlenmesi ve soruna çözüm getirilmesi için, şiddetin toplum tarafından nasıl sunulduğu, nasıl algılandığı incelenmelidir. Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması (TNSA)’a göre; çalışmaya katılankadınların %39’unun kadının yemeği yakması, kocasına karşılık vermesi, parayılüzumsuz yere harcaması, çocuklarının bakımın ihmal etmesi, cinsel ilişkiye girmeyireddetmesi gibi durumlardan en az birinin gerçekleşmesinin, kocanın karısını dövmesi için haklı gerekçe oluşturacağını belirtmişlerdir. Doğu’da bu oran %49, Güneydoğuda da %50’nin üzerinde olduğu saptanmıştır .Şiddete maruz kalan kadınların %78’i bu durum karşısında hiç bir şey yapmayıp, sabrettiklerini belirtmişlerdir.

Saygılarımla…

Psk. Dilara Kazancı

psikologdilarakazanci@yahoo.com.tr

FONKSİYONEL AİLE

Aile üzerine yapılan araştırmalar işlevlerini beklenen düzeyde yerine getiren aileleri fonksiyonel aile, aile içi etkileşimin bozuk olması nedeniyle işlevlerini yerine getiremeyen aileleri de fonksiyonel olmayan aileler tanımlamışlardır. Fonksiyonel ailenin sekiz önemli özelliğini vardır.-Aile üyeleri birlikte olmaktan zevk alırlar, birbirlerini destekler ve cesaret verirler.-Kendilerinin ve diğerlerinin subjektif görüşlerine saygı duyarlar.-Birbirleriyle açık bir iletişim içindedirler.-Genellikle aile üyeleri iş bitiricidir, iş yapmaktan kaçınmaz.-Anne-baba için evlilik birinci derecede, ebeveynlik de ikinci derecede doyum kaynağıdır. Evlilik ilişkilerinde meydana gelen bozukluk, sorumlu ebeveynliği de etkiler.-Aile üyeleri birbirlerine yakın olmakla beraber, kişisel farklılıklara saygı duyarlar.-Kişiler arasında kendiliğinden oluşan bir etkileşim vardır. Katı kurallar koymaktan çok yeni deneyimlere açıktırlar.-Davranışlar ve arzuların kontrolünden çok, her konuda fikir alışverişi vardır. Otorite, aşırı kontrol ve üstünlük yoktur.Üyelerin kişisel gelişimini sağlayamayan ve psikolojik doyum veremeyen aileler, işlevlerini yerine getiremiyor demektir. Ümitsiz görünen ve sevgiden kaçan üyeler, işlevlerini yerine getiremeyen ailelerin görüntüleridir. Beaver’e göre fonksiyonel olmayan ailelerde şu özellikler gözlenir.
-Üyeler karşılıklı iletişime kapalıdırlar. Dolaylı ilişkiler içindedirler. Kesin ve açıkdeğillerdir.-Genellikle üyelerde benmerkezcilik hakimdir.Bu da önce yalnızlık, sonra da bunabağlı olarak ümitsizlik yaratır.-Kişiler karşısındakilere onların beklediği şekilde davranır. Böylece birbirleriningerçek özelliklerini bilemezler.-Üyeler duygusal sorunlarını birbirlerinden saklamak için büyük güç sarfederler.- Kişi gerçek ihtiyaçlarını zayıf veya güçlü görünerek aklama yoluna gider.
Bu tür ailelerde duygusal gelişim risk altındadır. Psikopatolojik reaksiyonların görülme olasılığı fazladır. Fonksiyonel olan ve fonksiyonel olmayan ailelerin özellikleri genel olarak değerlendirildiğinde fonksiyonel aile “sağlıklı”, fonksiyonel olmayan, yani işlevlerini beklenen düzeyde yerine getiremeyen aile de “sağlıksız’’ aile olarak tanımlanabilir Psk. Dilara Kazancı psikologdilarakazanci@yahoo.com.tr

KADIN VE MİTLER

Mitos deyimi Yunanca da masal anlamına gelen sözcükten türetilmiş; somut, sınanabilir bir olgunun, doğrularla yanlışların zaman içinde birbirine karıştığı bir öyküde dile getirilmesidir. Mitler dünyayı algılama biçimimizi düzenler. Taraf tutmamızı sağlar. Tutumlarımızı harekete geçirir. Meşrulaştırma ya da kınamamızda etkili oldukları için son derece önemlidir.Çoğu kültürde aile içinde kadına şiddet uygulandığını fark etme ve şiddet uygulanan kadına yardım etmeyi engelleyen mitler vardır. Bu inanışlardan bazıları şunlardır:
- Aile içi şiddet, düşük sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerde görülür. Oysa aile içinde kadına yönelik şiddet, toplumun her düzeyinde vardır. Bu tür bir inanç, sosyo-ekonomik durumu daha iyi olarak kabul edilen ve şiddete uğrayan kadınların gözden kaçmasına neden olduğu için önemlidir. - Şiddetle karşılaşan kadın, isterse kocasından boşanarak şiddete son verebilir. Çocuk sahibi olma, ekonomik- duygusal bağımlılık, tek başına toplumda var olamayacağı inancı, boşanmış kadına toplumun bakışı ya da boşandığı eşin zarar vereceği korkusu gibi bir çok faktör kadınların kolayca şiddet ortamından kurtulmasını engellemektedir. - Kadın, şiddete neden olan davranışları yapmayarak şiddeti önleyebilir. Oysa şiddetin olduğu ailelerde saldırganın provokasyona gereksinimi yoktur. Şiddet bu kişinin davranış şekli, problem çözme yoludur. Bu inanış şiddetin sorumluluğunu şiddete hedef olanın omuzlarına yüklemekte, kurbanda suçluluk duygularının gelişmesine neden olmaktadır. Bu mit şiddet uygulayanı temize çıkarması, davranışlarına özür oluşturması nedeniyle önemlidir. - Alkol, stres ve mental hastalıklar, şiddetin en büyük nedenleridir. Bu inanış şiddet uygulayan hatta şiddette uğrayan kişi tarafından bir çeşit özür ya da şiddetin önemini azaltmak için kullanılır. Şiddet önlenebilir bir davranış olup, kontrol edilemez bir tepki değildir. Çoğu kez sorunlar halledildiğinde de şiddetin devam ediyor olması , bunun alkol , stres ve hastalık gibi nedenlere bağlı bir davranış türü olmadığını düşündürmektedir. - Gebelik kadını şiddetten korur. Yapılan araştırmalar sanılanın aksine dövmenin genellikle gebelikte başladığını, evlilik yaşı küçüldükçe gebelikte şiddet görme sıklığının arttığını göstermektedir- Flört ederek evlenen eşlerde, kadına yönelik şiddete nadiren rastlanır. Sanılanın aksine flört edeek evlenenlerde de şiddet sıklıkla görülmektedir. Özellikle ailenin istemediği bir evliliği kendi isteğiyle gerçekleştiren kadın, ailenin sosyal desteğinden çoğu kez yoksun bırakılmaktadır.- Kadına yönelik şiddet toplumun çok küçük bir bölümünü ilgilendirmektedir. Yapılan araştırmalar bu mitlerin doğru olmadığını ortaya koymaktadır. Ayrıca aile içinde şiddettin gerçekte olduğundan daha az rapor edildiği göz önünde bulundurulduğunda, araştırmalarla ortaya koyulan oranların gerçeğin yalnızca bir bölümünü yansıttığı söylenebilir.

UZM.PSK. Dilara Kazancı

KIŞ DEPRESYONU

Yazdan kalma son günleri yaşamaktayız. Kış kendini hissettirmeye başladı. Kimimizi yakacak odun kömür alma derdi, kimimizi kış ortasında işten çıkarılma ihtimalinin korkusu, ya da biten kira kontratının sıkıntısı, kimimizi de kış mevsiminde yakalanabileceğimiz hastalıkların kaygısı sardı. Bilinen bu sıkıntıların yanı sıra, ben de kışın ortaya çıkabilecek, kuş gribi, kış gribi ve domuz gribinden farklı olarak bir aşısı da olmayan , başka bir rahatsızlığa dikkat çekmek ve bu sorunun çözüm yollarını sizlerle paylaşmak istiyorum, ‘kış depresyonu’. Havaların soğuması ile birlikte kapalı alanlarda daha çok vakit geçirmeye başlıyor, kış mevsiminde de yapılabilecek güzel aktiviteler olmasına rağmen, açık, sıcak ve güneşli havalarda olduğumuz kadar aktif olamıyoruz… Soğuk, kapalı, yağışlı, aydınlık olmayan hava, karanlık, kısa günler, uzun geceler, alçak basınç ve güneş ışınlarının azalması kış depresyonuna neden olabiliyor. Yaşamdan zevk almama, enerji azalması, dalgınlık, isteksizlik, uyku ve iştah da bozulma, cinsel ilgide azalma, yaşamın anlamsız ve tatsız gelmesi gibi duygular yaşanabiliyor.Depresyondan sorumlu organımız, beyinde yer alan fındık büyüklüğündeki 'epifiz bezi…Epifiz bezi melatonin üretiyor ve bu hormonun etkisi, yatıştırıcı tabletlerinkine benziyor. Melatonin sadece karanlıkta üretiliyor. Buna karşılık gözün ağ tabakası tarafından alınan ve sinir yolları ile epifiz bezine iletilen ışık, melatonin üretimini azaltıyor ve insan gerek fiziksel gerek psişik olarak neşeleniyor. Ayrıca karanlığın artması ve gün ışığının azalması beyni baskılıyor ve beyinde nöroadrenalin ve seratonin miktarları azalıyor.Gecelerin uzun, gündüzlerin kısa ve sisli olduğu kış aylarında insan organizması normal olarak, uyanık-uyku ritminin ihtiyaç duyduğundan daha fazla melatonin üretiyor. Bu uyku hormonunun fazla olması, sadece bedensel aktiviteyi frenlemekle kalmayıp ruhsal durumumuzu da etkiliyor . Nöroadrenalin ve seratonin hormonlarının miktarlarının azalması da depresyonu tetikliyor.Serotonin azlığı, giderek artan açlık hissine ve karbonhidratlara duyulan isteğin çoğalmasına sebep oluyor, "Ekmek, makarna, patates ve tatlılar yeteri kadar serotonin ürettiğinden, moral bozukluğunu engelleyebiliyor, ancak uzun sürede depresyona yol açmanın yanı sıra kilo da aldırıyor. Bu nedenle, beslenmemizin belirli bir miktar protein içermesine ayrıca karbonhidratlı ve proteinli öğünler arasında dört saat geçmesine dikkat etmek gerekiyor… Öğleden sonra geç saatlerde kötümser olan ve çok acıkan kişinin, öğlenleri proteinli besinler yemesi gerekiyor.Kışın mümkün oldukça gün ışığından çok yararlanılmalısı önemlidir. Ilık günlerde uzun yürüyüşlere çıkılabilir, gün ışığından ve açık havadan yararlanılabilir.Bu yürüyüşlerde önemli olan bir nokta da ağ tabakanın ışığı alması ve epifiz bezine iletebilmesi için sık sık gökyüzüne bakmamızdır. Kendimizi kötü hissediyorsak, sürekli sosyal ortamlara girmemiz de faydalı olabilir. Depresyon düzeyi artmışsa ve kendimizi kötü hissetmemiz azalmıyorsa hemen bir psikolog ya da psikiyatra başvurmamız gerekmektedir.
PSK. Dilara Kazancı

FAÇA

Yaşları 14 ile 17 arasında değişen dört tane genç kız, kollarında yaşlarının toplamından da fazla taze faça izleri, gözlerinde öfke ve hüznün birleşimi… Kuvvetsizce oturdular odamdaki sandalyelere. Psikolog kimdir, ne iş yapar biliyor musunuz diye sordum. Başkalarına anlatamadığımız şeyleri anlatırız, konuşuruz, huzur verir dediler. Bilmemelerine şaşırmadım ve biraz daha detaylı anlattım. Sorular sordular yanıtladım. Sonra bir soru da ben sordum. ‘Neden dört arkadaş bir araya gelip, bileklerinden dirseklerine kadar faça atarlar?’ Onlara göre can sıkıntısından ve birbirlerinin gazına geldikleri için…Madde kullanımı, hezeyanlı psikolojik rahatsızlıklar ya da kişilik bozuklukları gibi durumlarda kendine zarar verme davranışına sıkça rastlanabilir. Ancak söz konusu davranışı sergileyen henüz herhangi bir psikolojik rahatsızlık tanısı almamış ergenler ise davranışın temelindeki motivasyonu açığa çıkarmak için daha detaylı bir inceleme yapılması gerekmektedir. Kişinin kendisine yönlendirdiği öfkenin ve şiddetin temelinde yatan sebeplerin farkına varmak, analitik bakış açısına göre aslında öfke duyduğu ama öfkesini yansıtamadığı kişi yada olayları netleştirmek şarttır. Kişinin şiddetinin asıl hedefi diğerleri ya da diğer olaylardır. Fakat gücü kendisine yettiği için öfkesini ve şiddetini kendisine yönlendirmektedir. Kişi kendine zarar verdiğinde, hem kendisini, hem başkalarını cezalandırmış olduğunu düşünebilir, öfke duyduğu kişilerden intikam aldığı hissine kapılabilir. Kendine zarar verme eğilimi ve deneyimi olanlar için mazoşist yaftasını kullanmadan önce kişinin kendisine zarar verdiği andaki düşünce ve hislerini, o zamana kadar yaşadıklarını öğrenmek ve duyarlı bir biçimde incelemek gerekmektedir. Kendisine zarar veren her bireyin acı çekmekten zevk aldığını iddia etmek doğru olmaz . Ancak kendisine zarar verme eğilimi ve deneyimi olan her bireyin, kendine değer vermediğini, değersizlik hissinin yoğun olduğunu, özsaygısını yitirdiğini, öfke kontrolü ve stresle başa çıkma konusunda başarılı olamadığını , kendini ifade etme ve başkaları ile iletişim kurma becerilerinin yetersiz olduğu, umutsuzluk ve güvensizlik yaşadığını söylemek yerinde olur.Kendine zarar verme davranışını ilk adımda azaltmak ve sonra ortadan kaldırmak için yapmamız gereken, kişinin kendisine yansıtığı öfkenin asıl hedefini bulmaktır. Kişinin öfke kontrolünü öğrenmesi ve kendini ifade etme yollarını geliştirmesi için konu ile ilgili eğitimlere ya da psikologa yönlendirilmesi sağlanabilir. Lise ve dengi okullarda rehberlik dersi kapsamına , öfke kontrolü, stresle başa çıkma yolları ve sağlıklı iletişim metotları alınabilir. Bu sayede kişi öfkesini yerinde ve zamanında kimseye zarar vermeden yaşayabilir ki bu da ileride yanaşacak ve kişinin kendisine zarar vermesi ile sonuçlanacak travmaları engelleyebilir. Kişi olayları algılama ve yorumlama problemi yaşıyorsa bilişsel terapilerle, durumu yeniden değerlendirmesi sağlanabilir. Psikodrama gruplarına ya da grup terapilerine katılarak, kişi üzerindeki psikolojik baskıyı hafifletebilir. Farklı uzmanlar, farklı psikolojik paradigmalar ile farklı çözüm yolları üretebilir.Sorunun artmasını ve daha karmaşık bir hale gelmesini engellemek ve kişinin kendisine yönelttiği öfkenin rastgele ve topluma zarar verecek biçimde açığa çıkmasını önlemek için ise yapılmaması gereken şey bu kişileri ’etiketlemek’ , toplumdan izole etmek, ve ötekileştirmektir.
Saygılarımla…
Psk. Dilara Kazancı