27 Mayıs 2009 Çarşamba

Harikalar Diyarı

HARİKALAR DİYARI
Bedava yiyoruz, geziyoruz, konuşuyoruz ve hatta uçuyoruz. Bir tane alıyoruz, yanında bir tane daha hediye ediyorlar. İndirim çekleri, kampanyalar, taksit atlatmalar firmaların biz tüketiciler için yaptığı fedakarlıklardan (!) sadece birkaçı... Para değil, puan harcıyoruz. Harcadıkça kazanıyor, birikim yapıyoruz. İstersek bir ücret karşılığında, paramızı emin ellere teslim edip, yıllar sonra fazlasıyla geri alabiliyor, dünya turuna çıkabiliyoruz. Harikalar diyarında yaşamaktayız. O halde nasıl oluyor da; Merkez Bankası verilerine göre, 2009 yılının üç ayında ferdi kredi ve kredi kartları borçlarını ödememiş kişilerin sayısı 362 bin ( 144 bin'i kredi kartı borcunu ödememiş kişi, 217 bin'i de ferdi kredi borcunu ödememiş kişi) olarak belirlenebiliyor?
Tüketici davranışları hangi mal ve hizmetlerin satın alınacağı kimden, nasıl, nereden, ne zaman satın alınacağı ve satın alınıp alınmayacağına ilişkin bireylerin kararlarına ait süreçtir.Tüketici davranışı; Ekonomi, sosyoloji, pazarlama ve psikoloji gibi bilim dallarını ilgilendiren önemli bir konudur. Bir psikolog olarak yetkim tüketici davranışını psikolojik olarak değerlendirmekle sınırlı olduğundan bizi satın almaya iten psikolojik faktörlere değineceğim…
Tüketici davranışının amaç yönlü olduğu varsayılmaktadır. Satın aldığımız her şeyin bir amaca hizmet ettiği düşünülmektedir. Amerikalı psikolog Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre; Bireylerin davranışları belirli gereksinimleri gidermeye yöneliktir ve alt düzeydeki gereksinim belli ölçüde karşılanmadıkça birey, bir üst düzey gereksinimi karşılamaya yönelmez. Bu gereksinimler; Fizyolojik ihtiyaçların giderilmesi ( açlık, susuzluk), güvenlik, ait olma ve sevgi, saygınlık ve kendini gerçekleştirmedir.
Tüketim çılgınlığı, tüketimin, gereksinimlerin karşılanması amacından saparak, anlık tatmin sağlamaya dönüştüğünü göstermektedir. Tüketicilerin bir kısmı ekonomik imkansızlıklar nedeniyle yemek yeme ve barınma gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek amacıyla borçlanırken, bir kısmı da kitle iletişim araçları ,sosyal çevreleri ve tüketime teşvik eden propagandaların etkisiyle lükslere yönelmiş, ünlü bir markanın pantolonuna, çantasına veya ayakkabısına sahip olabilmek için yaptığı harcamalarla kredi kartı mağduru olmuştur.
Oscar Wilde’ nin ‘bana lükslerimi verin, gereksinimlerim olmasa da yaşarım’ sözü, bugünün sınıf atlama çabası içinde, gelir düzeyleri ile tatmin olamayan bireylerin hislerine mi değinmiştir, tartışılır. Ancak tartışmasız bireyler satın aldıkça kendini iyi hisseder ve doyum sağlar hale gelmiştir. Tüketiyorum öyle ise varım, tükettiğim kadar özgürüm gibi sanrılar bireylerin tüketim ile mutluluğu eşleştirmesine yol açmıştır. Hepimizin özlem duyduğu dostluk, aşk, paylaşmak, din, dil, ırk ayrımı gözetmeksin her insana eşit davranmak, insanı sevmek gibi manevi değerler, sömürülerek tüketimi arttıran reklamların ana fikri yapılmıştır. Örneğin, reklamları ile bir içecek firması arkadaşlığı, bir dondurma markası aşkı, bir telefon hattı özgürlüğü vaat etmektedir. Oysa satın aldıklarımız, içecek, dondurma ve telefon hattından ibarettir.
Orhan Veli Kanık’ın dizelerini hatırlatıyor ve harikalar diyarında mutlu kalın diyorum…
Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Otomobillerin dişi,
Sinemaların kapısı,
Camekanlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava;
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yasıyoruz,
bedava…

15 Mayıs 2009 Cuma

siyasal şiddet

Şiddet Modası
Ülkemizde, neredeyse her 10 yıl başka bir şiddet türü moda oluyor. Maruz kaldığımız şiddet türü sürekli değişiyor ve buna ek olarak nostaljik olarak adlandırabileceğimiz herhangi bir şiddet türü yeniden gelip gündemin tam ortasına oturabiliyor. Böylece bizler birbiri ardına gelen yeni şiddet dalgalarına maruz kalırken, eskilerinden de tam olarak kurtulamıyoruz. Onlar saman altından kızgınca yürümeye devam ediyorlar ve tekrardan moda olmaları için geçmesi gereken zamanı bekliyorlar.
Ergenekon soruşturmaları ve en son 12. si yaşanan o meşhur ‘Ergenekon Dalgaları’ bize siyasal şiddetin yeniden moda olduğunu gösteriyor. Siyasal şiddetin ne olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Siyasal şiddet ülkemizin 86 yıllık tarihinde ilk kez yaşanmıyor. Hükümetler değişti. Siyasi politikalar değişti. Ülkemizin öncelikleri değişti. Komşu ülkelerimizde yaşanan savaşlar nedeniyle Türkiye’nin jeopolitik konumunun önemi arttı. Halkın maruz kaldığı siyasal şiddet değişmeden varlığını göstermeye devam etti. Dönem dönem kış uykusuna yattı, öldü sandık. Uyandı şaşırdık. Bir çok kişinin anlayamadığı, anlayanların anlatamadığı Ergenekon davası şu an için en son yaşadığımız örnek ama sonsuzluk tarafından bakınca son olmadığı ve ülkemizin gelecekte de henüz öngöremediği bir çok siyasal şiddet olayına maruz kalmaya devam edeceği gayet açık.
Peki nedir şiddet? Şiddet duygu veya davranış için aşırılık; karşıt görüşte olanlara, inandırma veya uzlaştırma yerine kaba kuvvet kullanma şeklinde tarif edilmektedir. Şiddete başvurmak; kaba kuvvet kullanmak, şiddet olayı ise çevreyi sindirmek için yaratılan olay veya girişilen hareket olarak ifadelendirilmektedir . Şiddetten dolayı ortaya çıkan insan kayıpları ve maddi kayıplar her dönemde insanların çok fazla canını yakmıştır. Ancak günümüzde şiddet meydana getirme olanakları, şiddet yaratma kapasitesi diğer dönemler ile karşılaştırılamayacak derecede artış göstermiştir. Bu durumda sürekli gelişen teknolojinin etkisi tartışılamayacak düzeydedir. Bütün bu Ergenekon tartışmaları, telefonları dinleyebilecek teknoloji gelişmemiş olsaydı, ne ile temellendirilecekti?
İnsanlık tarihinde deneme-yanılma yöntemi ile özgürlükçü ve çoğulcu demokrasi düzeyine geliş toplumsal ve siyasal şiddetin en aza inmesi ile eşdeğerdir. Gerçek demokraside ülkeyi yönetenler yani devlet halka karşı hesap vermek durumundadırlar. Aksi takdirde demokrasinin, monarşiden ya da oligarşiden farkı kalmayacaktır.
İçinde bulunduğumuz durumu değerlendirdiğimizde şu anda yaşamakta olduğumuz siyasal şiddetin son olmadığını görüyoruz. Bununla birlikte demokratik bir ülkede yaşamanın ayrıcalığı ile demokrasinin bir gereği olarak ,toplumsal ve siyasal şiddetin giderek azalacağını ve an aza ineceğini umut ediyoruz. Unutmamak gerekir ki, şiddeti başlatan, yükselten, şiddette yön veren insan, istediği takdirde şiddeti azalatabilir, değiştirebilir, sonlandırabilir. Buna inanmamak kazanın doğuracağını mantıklı bulup, kazan öldüğünde itiraz etmeye benzer.